Kampüsün içinde yer alan otobüs
yazıhanesinin önünde oturmuş arkadaşımı beklerken,'Gülünün Solduğu Akşam' adlı
kitabı okuyorum ve bir süre sonra arkadaşımın geldiğini fark edip usulca ayağa
kalkıyorum.Önce merhabalaşıp sonra yazıhaneden içeriye giriyoruz. Yarın akşam
İstanbul'a gitmek için bilet temin ediyoruz.
Yazıhanedeki işlemlerimizi
halledip,yağan yağmurun etkisine aldırmadan yemekhanenin yolunu
tutuyoruz.Kütüphanenin dik yokuşunu soluk soluğa çıkıyoruz , bundan ikimizde
şikayetçi değiliz.Yarın İstanbul'a,anne ve babamıza kısacası sevdiklerimize
kavuşma imkanımızın sevinciyle dik yokuşu geride bırakıp düzlüğe varıyoruz ,
yemekhane beliriyor hemen karşımızda. O
an ıslatan nisan yağmurunu umursamıyoruz bile. Çünkü biz gelecek ayın
takvim yapraklarından bahsediyoruz , daha İstanbul'a gitmeden gelince tekrar
gideceğimiz günlerin hesabını yapıyoruz.
..Yemekhaneye varıyoruz, sıradan geçerek yemeklerimizi
alıyoruz. ''Sanki her gün bizim için ayrılmış
olan'' masayı boş görüp oturuyoruz. Yemek esnasında ben yine Oğuzhan ile
uğraşıyorum ya da gündemden dikkat çeken haberler hakkında fikir alıyorum,bir
nevi nabız yokluyorum.Konuşulan konular genelde aynı çizgiyi koruyor,sonuç
olarak öğrencinin manşeti pek fazla değişiklik göstermiyor.Bir de telefonlar,
telefonlar hep masaya konulur genelde arada göz ucuylada olsa yoklanır.Çorbamı
içerken , titreyen telefonumdan babamın aradığını fark ediyorum. Hemen telefonu
açmak için yöneliyorum , hasta olsam dahi babamın telefonunu açış şeklim hiç
değişmiyor, gayet açık ve net :
-Buyur Babaaaa ?
-Naber Oğlum? Nerdesin ?
-İyi Baba ne olsun , yemekhanedeyim. Yemek yiyorum arkadaşlarla sen nasılsın ?
-İyiyim bende. Selam söyle arkadaşlarına, afiyet olsun , görüşürüz akşam.
Kapatıyorum telefonu.Az önce babamın telefondaki aceleci tavrını düşünüyorum. Yanımda arkadaşlarımın olmasından kaynaklanıyor o aceleci tavır , rahatsızlık vermemeyi düşünüyor ama asıl olarak yokluğunun rahatsızlık verebileceğini , düşünmüyor babam..
Tebessüm ederek yemeğime kaldığım
yerden devam ediyorum.Aradan bir müddet sonra montumun asılı olduğu sandalyeye
birisi teğet geçiyor.Hemen, dikkatimi o yöne doğru topluyorum. Yaşıtım
olabilecek birisi (bayan) arka masamızda oturan arkadaşına
sesleniyor : ''Ben
Babamdan izin alıp, geleceğim '' diyor.Elindeki
telefonu sallayarak, kendinden emin bir şekilde merdivenlere doğru yürüyor. Ne
olduğunu anlamayan birkaç arkadaş ve ben şaşkın bir şekilde bakınıyoruz. Çok
geçmeden,telefonla konuşmaya giden bayan arkadaş bize doğru geliyor ve
arkadaşına son derece önemli bir olayı yetiştirirmiş gibi : ''Allah belasını versin yaa,
izin vermedi'' diye babasına
olan tepkisini ortaya koyuyor.
Tanımadığımız bir babayı
sahiplenirken buluyoruz o an kendimizi, suçluluk hissi içinde kıvranıyoruz.Az
önce arayan babamı tekrardan aramak, sesini duymak geçiyor içimden.Sanırım, aynı psikoloji arkadaşımı da etkisi altına alıyor : ''Babamı
arayayım , içim rahat etmiyor'' diye
söyleniyor. Yavaş adımlarla çıkış kapısına doğru merdivenlerden iniyoruz , önce
ben çıkıyorum yemekhaneden.Yağmur aynı şiddetin de devam ediyor ama bu sefer
aynı Nisan yağmuru aynı duygularla ıslatmıyor bedenimi...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder